FURKAN!
Adını tarihe yazdıran, nakış nakış her harfini işleten genç…
Her daim sakin, her daim sevecen, merhametli ve elinden geleni Allah rızası için yapan delikanlı…
Mavi Marmara’ya, İsrail’in tehditlerine rağmen binen, işkenceyi, esareti ve ölümü göze alan hamaset sahibi yiğit…
Ölüme ölümsüzlüğün anlamını yükleyen, şehadetin ulaşılamaz görülen mertebesine kılavuz olarak seçilen mesud…
Sen ardından milyonları aşan titrek gönülleri bırakan, sen ashabı kendine dost, duaları yoldaş, Peygamberi tek önder edinen bahtiyar…
Sen annesinin kuzusuyken, o kucağı bırakan, Gazze için yola koyulan fedakâr,
Sen İsrail askerinin silahlarıyla burun buruna kalıp dilinde Allah olan, hak ile batılı birbirinden ayıran…
Sen Allah’ın seçtiği, Allah’ın sevdiği FURKAN…
Evet Furkan…
Evet çocuk…
Tam bir yıl oldu gittiğinden beri…
Seni tanımama ise birkaç gün daha saymak gerek takvimlerden…
Çocuk yüzünü gördüğüm gün olan 3 Haziran’a biraz daha var yaklaşmaya…
Acılar bizim payımıza kaldı senin tatlıları şerbet formuyla yudumlamanın yanı sıra…
Acılar ok oldu saplandı, acılar gözyaşı oldu gömlekleri ıslattı, acılar ah oldu kâh dışa attı kendini kâh içte kaldı…
Sen en tatlı lokmayla rızıklanırken tam bir yıl önce, bizim payımıza düşen bir sade acı ile olgunlaştı bu büyük, bu kocaman ama senin olgunluğuna erişememiş ablaların, ağabeylerin, amca ve teyzelerin…
Sen kurulduğun gül bahçesinin kokusu üzerine sinen en tatlı çocuk!
Yaşına bakmadan attığın adım ile açılan kapılara yol arkadaşların o sekiz güzel insan ile girişlerin en ihtişamlısını yaparken, adımların ile açılan yolları güller eke eke genişlettin fedâkar yiğit…
Yine aylardan Mayıs’ı yaşıyor ardında bıraktığın dünya, yine çiçekler açıp havalar ısınırken, yine sınav telaşıyla günler geçip giderken ve yine sen dimağlarda ilk günkü gibi tazeyken, en son yaşadığın ayın gölgesinde bir koca yıl devriliyor senin bırakıp gittiğin…
Evet çocuk!
Bir yıl oldu!
Annenin kucağından kokunu silmeye gücü yetmeyecek bir yıl, babanın kulaklarından sesini kesemeyecek bir yıl, kardeşlerinin kollarından varlığının hissini götüremeyecek bir yıl…
Evet çocuk…
Bir yıl daha büyüdü şehadetin, bir yıl daha olgun, bir yıl daha mağrursun gülümsemenin ardındaki aksinle, bir yıl daha güzel, bir yıl daha neşelisin, bir yıl daha genç ve bir yıl daha çocuk…
Yeni şehidler gelecek verdikleri sözleri tutarak peşin sıra, yeni kardeşlerin komşu olacak tahtına, sen ev sahipliği yaparken bir yıl daha eski ve bir yıl daha heybetlisin, bir yıl daha tecrübeli ve bir yıl daha mutlu…
Sen giderken ağabeylerinle bakakaldık gölgelerinizin işlendiği bahçe misali patikalara, siz giderken bir yol açıldı ufku deniz, yolları güllerle donatılmış, siz giderken kapı açık kaldı bizim kapatmaya kıyamadığımız…
Sen giderken kolayladık şehadet hayallerini, sen giderken öğrettin aşkın hikmetini, sen giderken yanan yürekler sönmez olsa da damlayan yaşlarla, sen giderken ardına kadar açılan kapılardan misk kokuların diyarına, seni gönderdik Rasul’ün yanına…
Evet çocuk tam bir yıl oldu gittiğinden beri…
Ben hep yazdım seninle ilgili, hep döktüm kalemimden gözyaşımla anlamlanan kelimeleri, yazdıkça son dedim ama sen, ben yazdıkça daha da bereketlendirdin duygularımı…
Evet çocuk!
Sen kalbimde bir kor, hayatımda yeşeren fidan…
Sen gözbebeği…
Tam bir yıl oldu sen gideli…
Yine Mayıs, yine sıcak ve yine finaller…
Rızkına düşmüş tatlıdan biraz da ablana ikram ediver…
NOT: Bu yazı Şubat ayından beri sanki günlük tutuyormuşum gibi, dertleşmek için bilgisayarı açtığımda bazen gözlerimden dökülen yaşlarla, bazen bir buruk tebessümle gerçek hislerimin sevgiyle yoğrulmasıyla ortaya çıkmış, çok özel bir yazıdır.
Kısım kısım yayınlama fikri ise en önce çok saygı duydugum,babam gibi sevdiğim, kardeşim Furkan'ın babası Ahmet Amca'nın tavsiyesiyle ortaya çıkmıştır.
Yazıyı bir bütün olarak aşağıdaki linkte de okuyabilirsiniz...
Saygılarımla
http://bahrimuhit.wordpress.com/about/
A.Serra OKUTAN
2011